SÖYLEŞİ: ONUR SANCAK
Biraz Yetkin Dikinciler’in çocuksu taraflarından konuşalım mı?
Birazcık değil de, hayat boyu çocuksu taraflarımızı konuşalım. Çocuksu tarafımızı kaybedersek hayat yaşanır bir yer olmaz. Büyümek çok acı verici bir şey. Acılarla büyümek de daha fenası. Neden bahsediyoruz acı derken? Küçükken en fazla ateşimiz çıkardı, hastalanırdık. O sırada yanımızda şefkatli bir anne vardı. Şefkatli bir baba vardı.
Dede, anneanne, babaanne, varsa yenge, dayı, sonra ilkokulda, öğretmenimiz şefkatin görünen kısmıydı. Daha sonra hayatın içine karıştıkça, sosyal çevreye girdikçe, hayatın içinde küçükken tanıdığımız gerçekle, sosyal hayattaki gerçekliğin uyuşmadığını fark etmekti. Acılarla tanışma sonrasında eğitim dahi bireyi zenginleştirmek, ona yeni bir ufuk açmak yerine, onu eğmek bükmek üzere bir yapı olduğunu görüp o çocuksu tarafın kaybolması, yıpratıcıdır. İş hayatının içine karışıyorsanız, tüketim hayatının içine giriş, onların hayalleri yerine size hayal kurdurmaları başlayacaktır.
Örneğin size bir ev, araba aldırma hayalleri kurdurmaları, kendi hayallerini gerçekleştirmek için, bir zincir, bir saadet halkası oluşturmaları sizi yıpratacaktır. Bütün bunlara karşı çıkabilmek için, sizden bir şey beklemeyen ilk karşılıksız sevgiyi, şefkati yüreğinizde ruhunuzda taşımak, çocukluğu ve çocuksuluğu taşımak elzemdir diye düşünüyorum. Bende hala taşıyorum.
Yetkin Dikinciler filmlerinden konuşmak istiyorum birazda.
İlkokul, ortaokul, lise eğitim hayatıyla çok iyi oluşamamış, barışamamış bir küçüktüm. Eğitim insanı hayat hazırlamalı ama hayata hazırlamıyor aslında. Hayatın beklentisi içerisinde size bir görev vermeye çalışıyor. Hâlbuki asıl mutluluğu bulmanıza yardımcı olmalı. Ben matematikte hiç de başarılı bir öğrenci değildim. Ama hayatın matematiğini kavradım.
Matematikte başarısız olduğumu değil de hasbelkader matematikle buluşamayışımın, hayatın matematiğini kavramamda bir yardımcı olduğunu gördüm. Çünkü hayat kitaplarda olduğu gibi durmuyor. Bütün hayatın içinde olup bitenler gösterildiği gibi değil elbette. Bir alt metin var. Bir bakıyoruz bu kadar hikâyenin içerisinde hayatımız başka bir hikaye olmuş. Halbuki aslolan bizim kendi hikayemize sahip çıkıp, kendi hikayemizin peşine düşerek gerçekten kahraman olabiliriz.
Bir kahraman beklemeli miyiz? Yoksa bir kahramanın yapması gerekenleri kendimiz mi yapmalıyız bunu bilmeliyiz. Birileri çıksın da bir şeyler yapsın da onaylayalım değil de, bizim onaylamamız gereken tek şey peşinden gidecek eylemlerimizdir. Bunun adını kendi hayallerimizin peşinden gitmek olarak koyalım. Bu sorular beni felsefeye yakınlaştırdı. Liseden sonra çok istediğim İstanbul Üniversitesi Eğitim fakültesinde felsefe eğitimi aldım. Ama bir şeyler yine de eksikti. Buna ruhumu bedenimi katmam gerekiyordu. Yıldız Kenter’le karşılaştım. Tiyatroya olan ilgim gittikçe arttı.
Amatör tiyatro yaparken bu işi profesyonel olarak yapmaya karar verdim. Böylece fark ettiğim bir sürü hayat hikâyesi oldu. Anlaşılmaya ve anlatılmaya değer bir sürü hayat hikâyesi. Bir kez daha kafamda onayladım ve dedim ki, artık başkalarının hikâyelerini kendi hikâyelerim yapmalıyım. Onların kahramanlarını onlara anlatmaya çalışıyorum. Her zaman söylediğim bir şey var. Tereciye tere satmaya çalışıyorum. Bu anlamda tiyatro, sinema nedir öğrenmeye çalışıyorum.
Bir şeylere dokunabilmeye çalışıyorum. İnsanların iç dünyası olabilir, dış dünyası olabilir bu anlatımda yer almaya çalışıyorum. İşte bu beni yalnızlıktan kurtarabilecek bir şey. Aslında ben sinemayı birazda yalnızlıktan kurtulmak için yapıyorum. Sinemada şu ana kadar birkaç ö Babam ve Oğlum, Sis ve Gece, Ulak, Mavi Gözlü Dev , Usta, Usta Kızım İçin aklıma gelenler. Bunun yanında arada bir televizyon projelerinde yer almak, belgesellerde olmak, yine oyunculuğun başka bir alanı olan sesimizle öykülere can vermeye devam ediyorum. Elbette animasyon filmleri de olabilir. Beni hayat hikayeleri ilgilendiriyor.
Yetkin Dikinciler beyefendiliğiyle anılıyor. Neler söylersiniz?
İstanbul’da doğdum büyüdüm. İstanbul beyefendisi diye bir şey var ama ben buna ne kadar uyuyorum bilmiyorum. İstanbul’ da gerçekten beyefendilerle karşılaştım. Onlarda beyefendilik nerede sürdürülür, nerede bırakılır, onun ölçüsünü bilen insanlar. Beyefendiliği bir ehlileştirme, bir evcilleştirme aracı olarak görmemek gerekir. Herkese karşı beyefendi olmak gibi bir lüksümüz yok. Bence gerçek beyefendi, nerede ve nasıl duracağını, nerede susması gerektiğini, nerede konuşması gerektiğini bilen insandır. Bende bu prensibi uygulamaya çalışıyorum.
Çağan Irmak’la birkaç film yaptınız. Sizi bir araya getiren nedir?
Aslında özünde hayat. Onun paralelinde sanat. Tabii rastlantıların da öneminin büyük olduğunu düşünüyorum. Rastlantılar buluşturmuş olabilir. Fakat rastlantının beslendiği bir şey varsa o da emektir. Ben bir yerlerde emek verirken Çağan Irmak beni görmüş, ben de Çağan Irmak’ın daha önce verdiği emekleri görüp ona hayran oldum. Hedefler bir yerde kesişti. Biz de projelere imza attık.
Sinemada uzun boylu olmak avantaj mı dezavantaj mı?
Sinemada fiziki ölçü çok önemli. Partnerimle karşılıklı oynarken sizin omuzunuzdan çekim yapıldığı anlarda görüntü yönetmeni için zorluk çıkardığımı biliyorum. Ama artık modern sinema dilinde birçok şey kolaylıkla hallediliyor. Bazen uzun oyuncuya bacaklarını açtırtarak, bazen de kısa oyuncunun ayaklarının altına bir şeyler koyarak, yükselttirerek hallediyorlar.
Birazda dizilerden konuşalım mı? Bu kadar çok dizinin çekilmesi seyirciyi bıktırır mı?
Seyirciyi de, oyuncuyu da, sektörü de bıktırıyor. Salt gelir odaklı olduğu için bıkkınlık yapıyor. Elbette insan bir yandan yaşayacak, yaşamak için yapıyoruz. Biraz yaşamımızdan ödün veriyoruz diye düşünüyorum. Temel ölçü yaşama dengesini sağlayabilecek işler yapabilmek olmalı. Bu herkes için geçerli. Bu proje için, kanallar için, oyuncular için, kameramanlar için, set işçileri için herkes için geçerli. Yaşamak, nefes alacak zaman bırakmak lazım.
Vizyona girdikten sonra keşke bu projede yer almasaydım dediğiniz bir film oldu mu?
Olmadı. Ne mutlu ki olmadı. Olursa da söylerim.
Son dönemde Türk filmlerine nasıl bakıyorsunuz? Gerçekten bahsedildiği kadar nitelikli filmler mi yapılıyor?
Aralarında niteliklilerde var, niteliksizlerde. Benim korkum, ticari işlerin beyaz perdede yer almasıyla, seyircinin zaten bunlar televizyonda var, sinemaya gitmeyelim demeleridir. Hızlı sirkülasyon, dolup dolup boşalan sinema salonları dolmadan boş kalabilir diye endişelenebilirim. Sinema korunmalıdır diye düşünüyorum.
Hedeflediğiniz yer bulunduğunuz yer miydi?
Hedeflemedim ama bulunduğum yeri de tam olarak bilmiyorum.
Aşk zaman zaman size dokunur mu?
Aşkın dokunmadığı bir an olmasa gerek hayatta. Çünkü hayat aşkla oluşan bir şeydir.
Sizi kamera arkasında da görebilecek miyiz?
Bilmiyorum. Ben oyunculuğu bir başka şeye geçmek için zıplama tahtası, bir basamak olarak görmüyorum. Daha gideceğim çok mesafe, atacağım çok adım var diye düşünüyorum. Günün birinde içimden böyle bir iş geçerse de bunu yapmama da ipotek koymam. Dolayısıyla bugün için oyunculukta mutluyum.
Çok teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim.